Çarşamba, Ağustos 20, 2008

TAŞKESEN'İN ÇİLELİ ŞEYHİ ŞEYH İBRAHİM EFENDİ (1855 - 1926)



Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin amcası Muhyeddin Efendi’nin oğlu ve halifesi olan Şeyh İbrahim Efendi, 1855 yılında Bingöl’ün Karlıova İlçesi Hacılar Köyü’nde dünyaya geldi. O da 1258’de Bağdat’tan Şam’a ve daha sonraki yıllarda da irşad vazifesi için değişik yerlerde ikamet eden ve son olarak Karlıova ilçesine yerleşen bir ailenin mensubudur. Daha küçük yaşlarda iken ilme karşı büyük bir ilgi gösteren Şeyh İbrahim Efendi, gençliğinde çeşitli medreselerde tahsil gördü. Esas tahsilini amcası oğlu Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin yanında alan Şeyh İbrahim Efendi, aynı zamanda bu Zat’a teslim olmuştur. Şeyh Ahmet Efendi mürşidinin emriyle Erzurum’a yerleşince, Şeyh İbrahim Efendi de beraberinde Erzurum’a gelmiş ve hocasının görevlendirmesi sonucunda da Erzurum Taşkesen Köyü’ne yerleşmiştir.

SAVAŞ İÇİNDE GEÇEN İRŞAD YILLARI
Şeyh İbrahim Efendi irşad vazifesini yürütürken 1914 yılında başlayan Osmanlı – Rus Harbine Kafkas Cephesinde talebeleri başında iştirak etmiştir. Sarıkamış yakınlarında savaşırken bir şarapnel parçası ile ayağından yaralanarak gazi olmuştur. Hem yaralanması, hem de aynı cephede talebeleri başında savaşan amcazadesi Taşkesenli Şeyh Ziyaettin Efendi’nin hastalanması nedeniyle beraberinde Erzurum’a dönmüştür. Bu harpte aldığı yaradan dolayı topal kalan İbrahim Efendi, bunun için bazen Topal Şeyh olarak anılmıştır. Bu arada Birinci Dünya Savaşını müteakip Erzurum ve havalisinin işgal edilmesi ile bir çok aile Anadolu içlerine göç ettiği halde Şeyh İbrahim Efendi aile efradı ile Erzurum’da kalarak, halkı hem irşada hem de cihada davet etmiştir. Ruslar Erzurum’dan çekilirken 17 yaşındaki oğlu Zülküf’ü esir olarak götürmüşler. 2 yıl esir kaldıktan sonra Erzurum’a dönen oğlu, gelir gelmez vefat etmiştir. Savaş, zulüm ve işgalin yaşandığı yerde hayatını sürdüren Şeyh İbrahim Efendi, bu ortamda dahi irşad ve talebe yetiştirmekten geri durmamıştır.
70 YAŞINDA ŞAPKA SÜRGÜNÜ
Şapka inkılabı Şeyh İbrahim Efendi için de bir eza ve cefanın başlangıcı olmuştur. Şapka giymediği gerekçesiyle sürülen din adamları kervanına Şeyh İbrahim Efendi de katılmıştır. Şapka giymediği için 1925 yılında tutuklanan ve önce Hınıs Mahkemesi’ne çıkarılan Şeyh İbrahim Efendi daha sonra Harput (Elazığ) Mahkemesi’ne sevk edilmiştir. Kafkas Cephesi’nde aldığı yaradan dolayı ayağı topal olan Zat, buna rağmen Şubat ayının çetin kış şartlarında Bingöl dağlarından yaya olarak Elazığ’a getirilmiş, daha sonra ise Elazığ İstiklal Mahkemesi’nce İzmir’de mecburi ikamete tabi tutulur. Kendisi Elazığ’a gönderilen Şeyh İbrahim Efendi’nin evi, eşyası, kütüphanesi, kom ve ahırı hayvanları ile birlikte hükümet güçleri tarafından ateşe verilerek yakılmıştır. Oldukça varlıklı bir aile olan Şeyh İbrahim Efendi’nin hanımı, 4 kızı ve 15 yaşındaki oğlu ile birlikte parasız ortada kalmıştır. Kendi köylerinde ikamet etmesine izin verilmeyen aile, Erzurum ve Pasinler’deki akrabalarının yanına sığınmak zorunda kalmışlardır.

MÜCADELE DOLU BİR HAYAT
İzmir’de mecburi ikamete tabi tutulan Şeyh İbrahim Efendi, İzmir halkı tarafından çok kısa sürede sevilmiş ve etrafında toplanan cemaat her geçen gün biraz daha artmıştır. Halkın İbrahim Efendi’ye gösterdiği teveccühten endişe duyan yetkililer, bu seferde İbrahim Efendi’yi Manisa’nın Demirci kazasına sürgün etmişlerdir. Ama bu sürgün de Şeyh İbrahim Efendi’ye olan bağlılığı ve sevgiyi kesememiş, Demirci’de de kendisine sevgi duyan ve bağlanan geniş halk kitlesine sahip olmuştur. Demirci’de ömrü fazla sürmeyen Şeyh İbrahim Efendi, 3 Kasım 1926 yılında 71 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuşmuş ve Demirci’de defnedilmiştir. Şeyh İbrahim Efendi 71 yıllık hayatı boyunca İslam’ı hayatında titiz bir şekilde yaşamaya gayret göstermiştir. Dinini anlatma ve öğretme adına bütün zorluklara göğüs germiş ve vefatından sonra arkada dinin ulvi mesajlarını yayacak çok sayıda insan bırakmıştır. Sahasında uzman din adamı ve mezun hoca yetiştiren Taşkesenli Şeyh İbrahim Efendi, yaşadığı hayatı boyunca hep inancının mücadelesini vermiştir. Şeyh Muhammed Sırrı Efendi, Şeyh Şahabeddin Efendi, Horasan Çamurlulu Şeyh Hacı Hasan Efendi, Göynüklü Molla Ahmet Efendi ve Malazgirtli Molla Muhammed Emin Efendi gibi büyük insanları da yetiştiren Şeyh İbrahim Efendi’ye yaşadığı dönemde kendisine bölge halkı hep saygı ve hürmet göstermiştir. Tasavvuf sahasında derinliği ile bilinen Şeyh İbrahim Efendi’nin çok sayıda kerametleri olduğu halk tarafından anlatılır.
27 YILDA ÇÜRÜMEYEN CESET
Bu arada vefatından sonra Şeyh İbrahim Efendi Hz. ile ilgili anlatılan hadiseleri nakletmekte fayda görüyoruz. 1926 yılında Manisa Demirci’de vefat eden ve aynı yerde defnedilen Şeyh İbrahim Efendi’nin kabristanı Demirci’deki dostları tarafından türbe haline getirilmiş ve yıllar boyu daima ziyaret edilmiştir. 1954 yılında türbenin bulunduğu yerden yol geçeceği gerekçesiyle türbenin başka tarafa nakli gerekmektedir. Bu olay yıllar önce Şeyh İbrahim Efendi’nin sürgünde bulunan arkadaşlarına dediği “Endişe etmeyin, siz yakında evinize dönüp ailenize kavuşacaksınız. Ben de geleceğim, ama ne zaman ve nasıl geleceğimi söyleyemem” sözünü doğrulamıştır. Demircili dostları türbenin başka bir yere nakli için oğlu Şeyh Abdulkuddüs Efendi’den müsaade isterler. Ancak babasının cesedini Erzurum’a nakletmek istediğini söyleyen oğlu, hemen Demirci’ye hareket eder. Oğlu ve kalabalık bir cemaat topluluğu kabristanı açarlar ve hayretler içinde görürler ki DAHA BİR SAAT ÖNCE DEFNEDİLEN BİR CESET GİBİ en küçük bir çürüme dahi yok. 27 yıl toprak altında yatan Şeyh İbrahim Efendi’nin kefeninde dahi en ufak bir leke, çürüme ve bozulma yok. Hatta yıkanırken taranan sakalları dahi bozulmamıştır. Ceset bir tabuta konularak Erzurum’a getirilir. Olay gerek Demirci’de ve gerekse Erzurum’da çok büyük bir yankı uyandırır. Ancak cenazenin teşhirinin büyük bir izdihama sebep olacağı düşüncesi ile yalnızca vali, şehrin ileri gelenleri ve aile efradı tarafından ziyaret edilir. Kendi halifesi ve mürşidinin oğlu Taşkesenli Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin nezaretinde büyük bir cemaatle Erzurum Taşkesen Köyü’nde defnedilir.

HORASAN MÜFTÜSÜ TAŞKESENLİ ŞEYH M.SIDDIK EFENDİ (1914 - 1985)



Daha ziyade Horasan Müftüsü olarak meşhur olan Taşkesenli Şeyh Muhammed Sıddık Efendi 1914 yılında Erzurum’un Sultan Melik Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Taşkesenli Şeyh Ziyaettin Efendi, dedesi ise Şeyh Ahmet Efendi’dir. Annesi Karayazı Erenler Köyü’nden Şeyh İbrahim Efendi’nin kızıdır. Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, Şeyh Şahabettin Efendi’nin küçük kardeşi ve aynı zamanda talebesidir. Birinci Dünya Savaşı’nda dünyaya gelen Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, henüz iki aylık iken babasını kaybetmiştir. Abisi Şeyh Şahabettin Efendi tarafından okutulan ve yetiştirilen bu Zat’ın tahsil hayatı çok kısa bir zamana rastlamaktadır. Birinci Dünya Savaşı akabinde Erzurum’un Rus ve Ermeniler tarafından işgali, ardından İstiklal savaşı ve ailenin tehcir edilmesi tahsilini çok zorlaştırmıştır. Bütün bu ağır şartlara rağmen abisi Şeyh Şahabettin Efendi’nin yanında Farsça ve Arapça başta olmak üzere fıkıh, kelam, hadis, tefsir ve mantık okuyarak icazet almıştır ve aynı zamanda ilk ve ortaokulunu da Erzurum’da okumuştur.

1960 İHTİLALİ SÜRGÜNÜ
İcazetini alıp ilmini tamamladıktan sonra 1952 yılında müftü olarak Erzurum – Tekman ilçesinde göreve başlamıştır. Burada iki yıl müftülük görevini yürüttükten sonra, Erzurum – Horasan Müftülüğüne atanır. Burada da altı yıl görev yaptıktan sonra kendisine Erzurum Merkez Vaizliği görevi verilmiştir. Böylece Erzurum’da “Horasan Müftüsü” olarak meşhur olmuştur. 1960 ihtilalinde Doğu Anadolu’daki bir çok tanınmış din adamı gibi bu Zat’ta tutuklanarak Sivas’a götürülmüştür. Sivas’ta tutuklu iken beraberinde tutuklu bulunan kişilere daima cemaatle namaz kıldırıp, bir çok kişilere de fıkıh konusunda dersler vermiştir. Buradaki davranışları ve ilmi ile dikkatleri hemen üzerine toplamıştır. Hatta bir gün rütbeli bir subay, Şeyh Muhammed Sıddık Efendi’ye sinemanın helal olup olmadığını sorar. Cevaben kendisinin sinemayı görmediğini ve bunun için bir hüküm vermesinin yanlış olacağını söyler. Subay, “Arzu ederseniz cezaevinde gösterilen bir filmi seyredelim” der. Film seyredilir. Tarihi bir filmdir ve bazı yerlerde öpüşme sahneleri vardır. Filmi seyreden Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, “Sinema yerine göre helal, yerine göre de haramdır. Bu bir alettir. Eğer iyi yerlerde kullanılırsa helal, hatta faydalıdır, ama kötü yerlerde kullanılırsa haram, hatta zararlıdır. Tıpkı insanın dili gibidir. İnsanoğlu eğer dilini iyi olarak kullanırsa faydasını, kötü olarak kullanırsa zararını görür.” Der. Bu cevap o zamana kadar sinemaya hiçbir yorum katmaksızın haram diyen din alimlerinin cevapları karşısında çok müspet karşılanmış ve takdir toplamıştır.
TEKRAR VAİZLİK GÖREVİ
Altı ay Sivas’ta kaldıktan sonra tekrar Erzurum’a dönen Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, bir yandan önceki merkez vaizliği görevini yürütür, bir yandan da Bitlis’te Şeyh Abdurrahman’i Taği Hz.nin torunlarından Şeyh Taha Efendi’ye giderek manevi irşad dersi alır ve bu Zat’tan halife olur. Görevi esnasında bir taraftan insanları dini açıdan aydınlatırken, diğer taraftan da tarikat yolu ile irşada çalışmıştır. Evinin alt katını medrese haline getiren Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, bu gün Taşkesenli Vakfı olarak anılan yerde yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Mezun talebeleri arasında Nakşibendi Şeyhlerinden ve halen Taşkesenli Vakfı müderrisi olan Taşkesenli Şeyh zeki Hoca Efendi, Tortum eski müftüsü merhum Hafız Yahya Hoca Efendi, halen Erzurum’un fahri vaiz ve müderrislerinden Eşref Hoca Efendi ve Pasinler’in Kevank Köyü’nden Hafız Şuayip Hoca Efendi’dir. 13 Şubat 1985 tarihinde vefat eden Taşkesenli Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, Erzurum Asri Kabristanı’nda amcası Muhammed Sırrı Efendi’nin türbesinin yanına defnedilmiştir.
ŞAİR VE HİKMETLİ SÖZ ÜSTADI
Horasan Müftüsü olarak bilinen Şeyh Muhammed Sıddık Efendi, çok güzel kaside ve manzum divanın yanında hikmetli söz söylemede de usta idi. O’nun yazdığı kaside, manzum divanı ve söylediği hikmetli sözler halk tarafından büyük itibar görmüş ve ezberlenmiştir.
HİKMETLİ SÖZ
“Günah Hastalığının İlacı” Tevbe kökünü istiğfar yaprayığla karıştırıp, Gönül havanında tevhit tokmağıyla güzelce dövmeli, İnsaf eleğinden eleyip göz yaşıyla hamur etmeli, Aşk ateşinde pişirip muhabbet balına katarak, Gece ve gündüz kanaat kaşığıyla yemeli...
KASİDE
Gurubum geldi ey Saki, bana medle’e görünmez mi,
Ölümüm geldi ey mevla, bana lütfun görünmez mi.
Beni candan usandırdı feleği çarki canbazi,
Acep nesimi hevadan bana zerre görünmez mi.
Gidup meclisi rındande bakıp uzakta kaldım ben,
Atik’ul ğamririhanden bana bir cam uzanmaz mı.
Mecalisi ekabirde kusurun i’tirafınden,
Bağışlanır cürümler hep bana, şefkat uyanmaz mı.
“Herisün Aleyküm” sırrını hatırla ey cana,
Benimde ümmeti olduğuma lütfun yakışmaz mı.
Büyük dergahına tuttum yüzüm Gaffaru Rahzanım,
Bana baran rahmetinden acep bir kıtra yağmaz mi.
Niçün böyle ümitsizlik içinde kaldın Ey Sıddık,
“Öd’uni estecip lekum” senedi kafi gelmez mi...
MÜNACAAT
Hasta halim, dilperişanım meded yarab meded,
Dembıdem artmakta efganım meded yarab meded.
Ahu efganım benim bihad olan isyanıma,
Merdiyuni affi tuttum, el meded yarab meded.
Tövbekarı affedersin, sitredersin cürmünü,
Sahip bikes olanın, el meded yarab meded.
Zalim-u asi olana gösterirsin rahmetin,
Ol zaman meşhud olur lütfun, meded yarab meded.
Nefsi şeytan şerlerinden hem koru bu acizi,
Nazıri didarın eyle, el meded yarab meded.
Kabru mahşerde mizanda hem sıratta kıl delil,
Zat’i pak’i Mustafayi, el meded yarab meded.
Huru ğilman Sıddık’ın canına hiç minnet değil,
Maksadi görmek cemalin, el meded yarab meded...

HAYATINI KÜRSÜLERDE GEÇİREN VELİ TAŞKESENLİ ŞEYH M.SIRRI EFENDİ (1895 - 1954)


Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin küçük oğludur. 1895 yılında Erzurum Caferiye Mahallesi’nde dünyaya gelen Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin annesi de babasının amcası kızı olan Sariye Hanım’dır. Küçük yaşlarda medresede okumaya meraklı olan Şeyh Muhammed Sırrı Efendi ilk tahsiline ağabeyi Taşkesenli Şeyh Ziyaettin Efendi’nin yanında başlamıştır. Fıkıh, kelam, hadis ve tefsir gibi temel İslami ilimleri burada ikmal eden Muhammed Sırrı Efendi, ağabeyinin vefatı nedeniyle genç yaşlarında mantık ve Farsça’yı Tortum Müftüsü Muhammed Sıddık Efendi (Mehmet Bey)’nin yanında okuyarak almıştır. Dini ilimlerde derin bir vukufiyete ulaşan Şeyh Muhammed Sırrı Efendi, irşad ilmini babasının halifesi olan Taşkesenli Şeyh İbrahim Efendi’den almış ve halife olmuştur.

KÜRSÜLERDEN HAKİKATİ HAYKIRIŞ
Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’de kendisinden önce yaşayan Taşkesenli Şeyhleri gibi irşad faaliyetini zor şartlarda idame ettirmiştir. O’da öncekiler gibi hayatının bir kısmını harb meydanlarında geçirmiştir. Bu durum Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin tahsil hayatını etkilemiştir. 14 yaşında iken babasını kaybeden Şeyh Muhammed Sırrı Efendi 18 yaşında iken de Birinci Dünya Savaşının çıkmasından dolayı ağabeysi ve hocası olan Şeyh Ziyaettin Efendi’nin talebeleri ile birlikte Sarıkamış Cephesi’nde savaşa gitmesi tahsil ve irşad hayatına büyük engel teşkil etmiştir. Rus ve Ermenilerin Erzurum merkezdeki zulmünde ciddi sıkıntılar çeken Şeyh Muhammed Sırrı Efendi bu zor şartlar altında maddi ve manevi ilmi tahsiline devam etmeye çalışmıştır.
CİHADLA NOKTALANAN HAYAT
1924-1925 yıllarındaki şapka hadisesinden dolayı Erzurum’da uzun müddet hapis yattıktan sonra tahliye edilmiş ve Erzurum’un merkezi dışında ikamet etmeye zorlanmıştır. Bunun üzerine Erzurum merkeze bağlı Toparlak Köyü’ne yerleşerek çok zor şartlar altında Pasinler ve çevre köylerinde irşada ve talebe okutmaya devam etmiştir. Bu dönemde yaşanan tekke ve zaviyelerin kapatılması ve medreselerin ilgası ile Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin ilmi çalışmaları inkıtaya uğramıştır. Bütün bu olumsuz şartlara yenilmeyen Şeyh Muhammed Sırrı Efendi çevresindekilere maddi ve manevi ilimlerde yardımcı olmaya çalışmış ve büyük oğul ve bilahare Güllü Köyü İmamı Abdurrahman Efendi, yine oğlu ve “Ahkam Tefsiri” ile “İbni Abidin” kitaplarının tercümelerini yapan Taşkesenli Mazhar Hocaefendi, Iğdasorlu Hacı Kamil Efendi ve amcazadesi Molla Sait Efendi gibi büyük insanları okutup ve yetiştirmiştir. Bu arada Erzurum’un çeşitli camilerinde merkez vaizliği görevinde bulunmuş ve cami kürsülerinden İslamın cihad emrini, insanlara dinin engin hayat tarzını anlatarak yerine getirmiştir. Bilhassa Caferiye ve Kadana camilerinde merkez vaizliği görevini yapan Şeyh Muhammed Sırrı Efendi, 7 Temmuz 1954 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. 59 yaşında vefat eden Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin türbesi Erzurum Asri Mezarlığı’ndadır.

Rahmete Giden Yol..!

Bu hadise kısa bir zaman önce Amerika’da yaşayan İrlandalı bir grup gencin İslamiyet’le şereflenmelerinin hikayesidir.
Onlar rüyalar ülkesi Amerika’nın arka sokaklarının birinde ve dahi müsait buldukları her yerde toplanıyorlar, uzun zaman önce başladıkları “drug” partilerine devam ediyorlardı. İlaç ve uyuşturucu madde vs. gibi anlamlara gelen drug partileri baylı bayanlı karışık bir grupla devam ediyor ve sık sık bir araya gelip kendilerinden geçiyorlar, doyasıya eğleniyorlardı!..
Bir gün içlerinden birisi artık o eğlencelere gelmez oldu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra gruptan biri, daha doğrusu gelmeyen o gencin yakın bir arkadaşı olan bayan, aradı buldu arkadaşını ve sordu: “Ne oldu”, “Neden artık bizlere katılmıyorsun”. Genç, arkadaşı olan bayana artık kendilerine katılmasının mümkün olmadığını, bir daha o tür işleri yapmayacağını, istese de yapamayacağını söyledi. Neden diye sorulunca da artık bir Müslüman olduğunu ifade etti. Evet artık o bir Müslümandı ve onun gerekleri yerine getirmek konusunda kendisini zorluyordu, buna inanmıştı ve kararlıydı. İçinde tarifi zor duygular belirmiş, bir ateş yanmıştı... O ateş onu her türlü kötülükleri yapmaktan alıkoyuyor, elini uzatsa yakacakmış gibi hissediyor ve onun terbiyeciliği altında nefsini gemliyor, kendisine gelen her türlü daveti ve teklifi reddediyordu. Bütün ısrarlara rağmen artık o günahları işlemeyeceğini anlattı. Dininin bunları yasakladığını, günah olduğunu ve sabretmesi gerektiğini uzun uzadıya anlattı arkadaşına telefonda. Bu halden etkilenen bayan kendisiyle buluşmak istediğini söyledi. Onun da ilgisini çekmişti bu büyük değişim ve bu değişimin sebebi olan İslamiyet. Nasıl bir dindi bu, ki bir insanı böylesine bir kısa zamanda bu kadar kesin ve kararlı bir değişime sürüklemişti? Gitti, buldu arkadaşını ve dinledi onu uzun uzun... Dinledi... Dinledi... ve sonunda o bayanın da kalbinde nur-u iman ve İslam parladı Allah’ın inayetiyle.. artık iki arkadaş İslam’ın o geniş ve emin yoluna girmiş ve bambaşka bir hal ve keyfiyet almışlardı... Öyle ki artık içleri içlerine sığmıyor, bu güzelliklerden ve hakikatlerden herkesi haberdar etmek istiyorlardı ve bu içlerinde dayanılmaz ve karşı konulmaz bir hal almıştı.
Yazın kavurucu sıcaklarında küçücük bir kıvılcımla alev alan sararmış yaprakların rüzgarın şiddetlendirmesiyle alev alev tutuşması gibi onlar da herkesi İslam’a davet etmenin cezbesine kapılmışlardı ve ilk olarak eski gruplarındaki arkadaşlarına gitmişlerdi... Onlar da arkadaşlarını dinlediler ve artık inayet-i İlahi ile İslamiyet’le şereflendiler. Artık kendi dünyalarında bir tebliğ, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker başlamıştı.. Onlar artık kapı kapı dolaşıyor, herkese İslam’ı anlatıyorlardı. İlk olarak Amerika’da başladıkları bu gayretlerine artık İrlanda’da devam etme kararı almışlardı. Evet İrlanda’ya gitmeliydiler... Eş, dost, akrabalar, arkadaşlar.. herkes oradaydı. Kendi milletinin fertleriydi onlar her şeyden evvel... Gerçi İslamiyet bütün insanlara hitap ediyordu, herkesi hidayete davet ediyordu. Irk, millet, din, yaş vs. ayrımı yapmıyordu.. fakat insanın kendi milletini ve milliyetini sevmesi de gayet tabii idi. Hatta en evvel yakınlarından, akrabalarından başlamalıydılar Allah’ı ve Rasulünü (aleyhissalatu vesselam) anlatmaya.
Artık İrlanda’da kapı kapı dolaşıp herkesi İslama davet ediyorlardı bildikleri kadarıyla ve dilleri döndüğünce... O coğrafya insanının kültürel hususiyetinin bir tezahürü olarak, genelde birbirlerini arayıp sormazlar, kim ne halde merak etmezlerdi, içtimai hayatlarında bizim kültürümüzdeki gibi bir yardımlaşma anlayışından uzaklardı. Belki de devletin sağladığı sosyal imkanların genişliği neticesinde böyle bir hal almıştı toplum. İşte böyle bir toplumda garip karşılanabilecek bir iş yapıyorlardı bu çiçeği burnunda Müslümanlar... Soğuk görünüşlü, insanın içine kasvet salan o atmosferde insanlara bir şeyler anlatabilmenin derdine düşmüşlerdi. Tıpkı İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (aleyhissalatu vesselam) yaptığı gibi. O, bulduğu her fırsatta, az demiyor çok demiyor, bir iki kişi bile olsa yanlarına yaklaşıyor ve onları İslam’a davet ediyordu.. Kâh kovuluyor, kâh onların hücumuna uğruyor, bazen çocukları peşine takıp taşlatıyorlardı Şefkat ve Merhamet Peygamberini.. ama O (aleyhissalatu vesselam) hiçbir zaman yılmadı ve yolundan dönmedi.
“Onların soyundan bir kişi bile iman edecekse Allah’ım, helak etme onları. Zira onlar beni bilmiyorlar, bilselerdi yapmazları!..” diye kaç defa dua etmişti Rabbisine... Şimdi 21. yüzyılda şiddet ve hiddetle yoğrulmuş, maneviyata alabildiğine uzak dünyasında, İrlanda’da bazı evlerin kapıları tıklatılıyor ve Gül devrindeki manzaraya benzer manzaralar yaşanıyordu.... Bazıları olumlu yaklaşıyor, bazıları hiç ilgilenmiyor, bir kısmı ise çok sert davranıyorlardı. Derken bir gün yine öyle kasvetli, karanlık görünüşlü bir binanın kapısını çaldılar.. açan olmadı ama onlar vazgeçmediler... Tekrar.. tekrar.. derken aradan yaklaşık beş dakika geçmişti ki kapı açıldı... Halinden anlaşıldığına göre hayattan bezmiş belki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih eder görünümde bir insan çıktı karşılarına. Sertçe bir eda ile karşıladı onları.
“Neden” dedi, “neden beni rahatsız ediyorsunuz.... kaç dakikadır kapımın zilini çalıyorsunuz... rahat bırakın beni” dedi... Fakat bu sert çıkış yıldırmadı onları. Birkaç dakika müsaade istediler.
“Biraz izin verin size çok önemli bir şey getirdik” dediler. “Size çok kazançlı bir ticaret teklif etmeye geldik” dediler. “Öyle bir ticaret ki, size ebedi bir saadet kazandırmakla beraber dünyada dahi mutluluk ve huzur kazandıracak bir ticaret” dediler.. Yaşlı adamın ilgisini çekmişti gençlerin bu ilginç teklifi.. Zaten kaybedecek neyi vardı ki kendince... Aslında kaybedilecek şeyin kıymetini bilse böyle düşünmezdi ama bilmiyordu.. bilmiyorlardı ve halen bilmeyenler bilenlerden çoğunluktaydı..
Evet kaybedilen imandı.. ve iman insan için en kıymetli hazineydi. Öyle bir hazine, öyle bir cevherdi ki iman, insanın ebedi saadeti kazanması ancak onunla mümkündü. İmansız bir ölüm karşısında sineler kainatın zerrâtı adedince parçalansa sezaydı.. ve imanı elde etme, ona vesile olma, bir insanın Allah’ı ve Rasulünü (aleyhissalatu vesselam) tanımasına vesile olmanın değeri, güneşin üzerine doğup battığı her şeyden hayırlı görülmüştü. İşte yaşlı adamın bilmediği bu idi ve neyi kaybedeceğinin farkında değildi... Yine de gençleri içeri davet etti. Dinledi… Bu dinleyiş onu öylesine kendinden geçirmişti ki o esnada kulakları sadece gençleri duyuyor, gözleri sadece onları görüyordu ve her şey adeta lâl kesilmişti... Bir şeyler oluyordu, kalbinde bir sıcaklık belirmiş ve gittikçe bütün vücudunu sarıyordu ve ruhunun baştan ayağa yunup yıkandığını hissediyordu. Sonunda hak batılı galebe çaldı ve o yaşlı adam da hidayet nuruyla nurlandı. Evet bir insan daha ebedi azaptan kurtuluş yoluna sülûk ettirilmişti. Elbette çok ama çok sevinilecek bir hadiseydi bu.. İhtiyar adam gençleri binada birkaç kat yukarı çıkardı. Bulundukları odanın ortasında tavandan aşağı doğru sarkan bir ip ve ucunda ilmek, kendine gelecek olan kurbanların bekleyen bir arslan ya da kedi gibi sessizce ve usulca pususunu kurmuş yaşlı adamın gelmesini bekliyordu... Ve ihtiyar gençlere durumu şöyle izah etti :
“Ben” dedi. “uzun zamandır bir arayışın, bir boşluğun içindeydim. Ne olduğumu, ne için yaşadığımı bilmeden yaşıyor, hayatımın anlamının ne olduğunu bilememenin verdiği ızdırapla her gün ayrı bir zehir yudumluyor ve her gün bilmem kaç defa ölüyordum. Sonunda karar verdim, intihar edecektim. Böylece bütün sıkıntılarımdan ve anlamsız bir hayat ve onun yükünden kurtulacaktım. İpi hazırladım, sandalyenin üzerine çıktım ve ilmeğe boynumu geçirdim. Ve şöyle haykırdım varlığını tam olarak bilmediğim, kabul edip etmemekte kararsız kaldığım, var mı, yok mu bilemediğim Allah’a karşı: Eğer varsan şu anda göster kendini, göster yoksa artık yaşamak istemiyorum! Tam ayağımla sandalyeye bir tekme atacaktım ki kapının zilinin çaldığını duydum. Israrla çalan bu zile kimin bastığını merak ettim ve biraz da o sinirle sonunda kapıyı açmaya karar verdim. Sonrası ise zaten malumunuz...”
Ebedi hüsran çizgisinden ebedi saadet kapısının eşiğine baş koyuş ve bu yolda harcanan gayretler ve emekler... Bütün bir insanlık işte böyle bir fedakarlık, aşk ve şevkle dolu bir dinamizmle mücehhez bir insan modeli, bir nesil bekliyor... Ne zamana kadar tehir edeceğiz bu esas var oluş gayemizin gereklerini yerine getirmeyi? Ne zaman vazgeçeceğiz oyun oynamaktan.... Ölümü mü bekleyeceğiz? Ya da yataklara düşüren bir hastalığı mı? Yoksa azdıracak bir zenginlik ve sonunda haybet ve hüsran mı bekliyoruz? Ya da Allah’ın kahredici bir azabı mı bizi uyandıracak bu derin uykudan?.. En iyisi ehl-i küfür ve dalâletin şerrinin eziciliği altında ezilmeden zalimin kılıncıyla tedib edilmeden ve dönülmez akşamın ufku belirmeden ve keşkelerin ağına düşmeden kendimize gelelim. Zira bazen –hafizanallah- keşkelerimiz de fayda vermeyebilir.

Salı, Ağustos 19, 2008

...SON MEŞ'ALEMİZ TAŞKESENLİ ŞEYH ZEKİ HACAEFENDİ (1931 - 2002)

Nur yüzünü
Sıcak bakışlarını
Manalı tebessümlerini
Hoş sohbetlerini
Seni özledim NUR YÜZLÜM..!
Sesini özledim,
Gel demeni özledim,
Yürümeni özledim,
İnsanları büyüleyen heybetini özledim,
Resmin bana yetmiyor seni özledim ben NUR YÜZLÜM, seni.
Vakıfta yerin boş kaldı,
Camide kürsün boş kaldı,
Cübben sensiz kaldı,
Bizler yetim kaldık,
SENİ ÇOK ÖZLEDİM NUR YÜZLÜM, AY YÜZLÜM SENİ ÇOK ÖZLEDİM..!
Cevat TAŞKESENLİGİL 29.04.2002

1931 yılında Erzurum Taşkesen Köyü’nde dünyaya geldi. İlk tahsilini Taşkesen Köyü medresesinde dayısı ve kayınpederi Şeyh Şahabettin Efendi yanında yaptı. Daha sonra Horasan Yüzören Köyü’nde Şeyh Muhammed Efendi, Taşkesenli Molla Alaattin Efendi ve Karayazı Erenler Köyü’nde Şeyh Yahya Efendi gibi zatlardan kelam, hadis, tefsir, fıkıh ve mantık dersleri aldı ve son olarak yine dayısı ve kayınpederi Şeyh Şahabettin Efendi’nin yanında tahsilini bitirdi. Norşin’li Hazret’in torunu Şeyh Muhammed Maşuk Efendi’nin halifesi Yüzören Köyü İmamı Taşkesenli Şeyh Muhammed Efendi’nin yanında manevi ders alarak hilafet ünvanını aldı.
Uzun yıllar vakfımızın fahri başkanı, ailemizin manevi önderi olarak hepimizin gönlüne taht kurdu. Yıllar boyu Erzurum Taşkesen Camii'nde, Demirciler Çarşısı'nda, Sanayii Mahallesi'nde, Çukurevler'de ve Mahallebaşı gibi semtlerde bulunan birçok camiide vaaz eden Şeyh Zeki Hocaefendi, bütün Erzurum'un sevdiği ve saygı duyduğu bir hoca olarak hayatını sürdürdü. Çeşitli kesimlerden bir çok insanın ziyaret ettiği Hocamız, kendisine sorulan sorular karşısındaki açıklayıcı ve tatmin edici cevaplarıyla da meşhur olmuştur.
HÜZÜNLÜ AYRILIK
Yaşadığı süre içinde Allah'a kulluk vazifesinden başka bir şey düşünmemiş, insanlığın içinde bulunduğu kötü gidişe dur diyememenin acısıyla geceler boyu göz yaşı dökmüş, onlarca talebe yetiştirmiş Şeyh Zeki Hocamız 23 Nisan 2002 Salı sabahı saat 4.30'da sabah namazını kılmak için abdest almış sünnetini kıldıktan sonra yüksek tansiyona bağlı kalp yetmezliğinden dolayı abdestli ve seccadesinin üzerinde hayata veda etmiştir. Cenazesi Erzurum'da Taşkesenli Camii bahçesinde bulunan dedesi Şeyh Ahmed Efendi'nin türbesi yanında defnedilmiştir.

...ve ÖLÜMÜN GÜZELLİĞİ
Yıllarca biz çevresindekilere İslam'ı yaşamayı öğreten ve İslam'ı yaşayanlar ile yaşamayanların sonunun nasıl olacağını anlatan Şeyh Zeki Hocamız, vefatında dahi bizlere bir çok ders vererek toprağa girdi. Cenazesindeki, aylarca Erzurum'da konuşulan mahşeri kalabalık, okunan yüzlerce Hatm-i Şerif, yüzbinlerce fatiha, taziyelerini bildirmek için gelen binlerce insan hocamızın hayattaki İslami mücadelesinin karşılığı olarak Cenab-ı Allah'ın ona verdiği mükafatı ispatlar gibiydi.Sapasağlam hiç bir şeyi yokken, seher vakti abdestli seccadesinin üzerinde ruhunu Yaradana teslim etmesi ise, tıpkı "su testisi su yolunda kırılır" atasözünü doğrular gibi yaşadığı doğrultuda, hayatının büyük bir kısmını geçirdiği seccadesinin üzerinde Cenab-ı Allah'a karşı kulluk vazifesini yaparken hayatını yitirmesi ise çıkarmamız gereken bir diğer dersti.Yaşarken hayatını İslam'a adayan Şeyh Zeki Hocamız, ölürken dahi biz evlatlarına, müritlerine ve tüm Erzurum'a çok büyük dersler vererek son görevini de yapmış oldu.Cenab-ı Allah Hocamızın ve hayatını İslam'a adamış diğer geçmişlerimizin makamını Cennet eylesin inşaallah..!
ACI KAYBIMIZ
Vakfımız kurucusu, ailemizin önderi ve vakfımızın fahri başkanı, altın silsilemizin yaşayan son meş'alesini, ŞEYH ZEKİ HOCAEFENDİ'yi kaybettik. 23 Nisan 2002 Salı sabah saat 4.30'da sabah namazını kılarken seccadesinin üzerinde hayata veda etti. Ölüm haktır, hepimiz içindir ve bütün nefisler mutlaka ölümü tadacaktır. Hayatını ilme, İslam'a ve insanlığa hizmete adamış Şeyh Zeki Hocaefendi'ye hepimizin daha çok ihtiyacı vardı. O'nun nur yüzüne, o sıcak bakışlarına, o manalı tebessümlerine, dualarına, öğüt ve nasihatlerine, bize yol gösteren, bize önderlik eden o güzel sohbetlerine daha çok ihtiyacımız vardı. Çok erken kaybettik, ama ne yapalım ki, vakti ve zamanı gelmişti. Yapabileceğimiz tek şey O'na karşı son vazifemizi yapmak, O'na son hizmetimizi etmek, son defa elini öpmekti. Ne mutlu O'nun hizmetini yapan ve O'nun duasını alanlara.
Bu siteyi hazırlarken bir günde çok sevdiğim, saygı duyduğum amcam Şeyh Zeki Hocaefendi'nin vefat haberini yazacağım aklıma gelmezdi. Ancak ne yapabiliriz ki, Takdiri İlahi. Cenab-ı Allah tüm hak dostlarına ve hocamıza rahmet eylesin. Cenab-ı Allah tüm hak dostlarının ve hocamızın makamını cennet eylesin, geçmiş günahlarını affetsin inşaallah. Elimizden duadan ve Fatiha okumaktan başka da bir şey gelmiyor. Cenab-ı Allah bizleri de başta Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ve tüm sevdiği kulları ile O'nu sevenlerin ve Hocamızın şefaatlerine nail eylesin inşaallah.
NUR İÇİNDE YAT NUR YÜZLÜM NUR İÇİNDE YAT..!
O bizlerin yaşayan son meş'alesi idi.
O hepimizin babası, önderi, büyüğü, şeyhi idi.
O sadece ailemize değil tüm Erzurum'a mal olmuştu.
Onun kaybı da bizlerin değil tüm Erzurum'un kaybı oldu.
O'nu hepimiz daha çok arayacağız.
Tüm Erzurum'un ve O'nu sevenlerin başı sağolsun.
Cevat TAŞKESENLİGİL - 29.04.2002

SEHER VAKTİ
Bir gün öncesi herşey çok güzel, herkes işinde gücünde, sabaha plan yapıyor. Ama bir sonraki günün seher vakti sessiz ve hüzünlü. çünkü sabahın o ilk ışıkları, kuşların ötüşü o gün başka bir şey ifade ediyordu. Evet Cenab-ı Allah bir alimi, bir sevdiğini daha yanına almıştı. Şeyh Zeki Hocamız Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Herkes alimin ve alemin kaybına ağlıyordu. Etrafıma baktığımda gördüm ki, buğulu gözler, sızlayan kalpler, Allah diyen diller, avuç açmış Rahmet dileyen eller. Evet sabretmekten başka çıkar yolumuz yok. Hepimiz Allah'tan geldik ve bir gün mutlaka O'na döneceğiz. Allah Rahmetini ve sabrını üzerimizden esirgemesin. ALLAHUEKBER... Ahmet YOKUŞUŞ 22.05.2002

TAŞKESENİN FIKIH ALİMİ TAŞKESENLİ ŞEYH ŞAHABEDDİN EFENDİ (1898 - 1956)


Taşkesenli Şeyh Şahabettin Efendi 1898 yılında Erzurum’un Sultanmelik Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Taşkesenli Şeyh Ziyaettin Efendi, dedesi de Şeyh Ahmet Efendi’dir. Gerek baba ve gerekse anne tarafı hep ilim ve irfanla iştigal eden zatlardır. İlk tahsiline babasının yanında başlayan Şeyh Şahabettin Efendi, daha sonra medrese tahsiline Tortum Müftüsü Mehmet Bey veya Büyük Müftü olarak tanınan aynı zamanda halasının kocası ve babasının talebesi olan Muhammed Sıddık Efendi’nin yanında Arapça ve Farsça okuyarak devam etti. Aynı Zat’tan kelam, mantık, hadis ve tefsir dersleri okuyarak icazet almıştır. Dedelerinin maruz kaldığı akibete O’da kalmış Rus ve Ermenilerin Erzurum’u işgalinden ve daha sonra da şapka isyanından etkilenen ailesi ile birlikte Erzurum’un dışında ikamete zorlanmıştır. Bunun üzerine Erzurum Pasinler’in Ketvan ve Kurnuç köylerinde uzun süre imamlık görevi yapmıştır. Bu yıllarda maddi ve manevi sıkıntılar içinde imamlık vazifesini yürüten Şeyh Şahabettin Efendi, aynı zamanda çevre köylerde irşad faaliyetleri yürütmüştür. İrşad görevini yürüttüğü köylerde ve çevresinde büyük bir saygınlık kazanan Şeyh Şahabettin Efendi, fıkhi meseleleri izah etmekle de ün kazanmıştır.

BEDİÜZZAMAN’A HÜRMET

Dedelerinin yoluna çok bağlı ve daima İslami ilimler peşinde koşan Taşkesenli Şeyh Şahabettin Efendi, aynı zamanda büyük din adamlarına karşı büyük alaka gösteren bir şahsiyettir. Bediüzzaman Hz.’nin Şeyh Ziyaettin Efendi2yi ziyarete geldiğini ve bu Zat’ın vefatından dolayı göremeyerek Palandöken’den Bitlis’e doğru gitmekte olduğunu öğrenir. Bu arada Şeyh Şahabettin Efendi henüz 14-15 yaşlarında bir talebedir. Şeyh Şahabettin Efendi Bediüzzaman Hz.’ni görmek için Taşkesen Köyü’nden Erzurum’a gelirken Palandöken Dağları’nın zirvesinde karşıdan gelen 2-3 atlı ile karşılaşır. Daha onlara yaklaşmadan hemen atından iner, gelen atlıların önündeki Zat’ın elini saygı ile öper ve “Siz Said’i Nursi değilmisiniz ?” der. O Zat’ta, “Evet, sen de benim kardeşim Ziyaettin’in oğlu değil misin ?” der. Daha sonra ayrılırlar.

VATAN İÇİN CİHAD

Şeyh Şahabettin Efendi talebe okuturken baş gösteren Ermeni zulümlerine karşı çıkmak için Pasinler’in köylerini gezmiş, halkı cihada davet etmiş ve Ermeniler’le savaşmıştır. Bir Ermeni subayını öldürerek gazi ünvanını alan Şeyh Şahabettin Efendi, 11 Ocak 1956’da Erzurum’da vefat etmiş ve Şeyh Ahmet Efendi’nin Taşkesenli Camii bahçesinde bulunan türbesi yanına defnedilmiştir. Hayatını ilme ve irşada vakfeden Şeyh Şahabettin Efendi, Horasan Müftüsü olarak meşhur olan küçük kardeşi Şeyh Muhammed sıddık efendi ve Nakşibendi Halifesi Yüzören Köyü İmamı Muhammed Efendi gibi büyük zatları yetiştirmiştir.

Cumartesi, Ağustos 09, 2008

GENÇ MÜRŞİD TAŞKESENLİ ŞEYH ZİYAETTİN EFENDİ (1878 - 1914)

1878 yılında Bingöl’ün Karlıova ilçesi Hacılar Köyü’nde dünyaya geldi. Babasının Erzurum’a yerleşerek müderrisi olduğu Caferiye Medresesi’nde okumaya başlayan Şeyh Ziyaettin Efendi, 17 yaşında iken sarf, nahiv, mantık, fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerini tahsil ederek icazet aldı. Aynı zamanda babası tarafından Caferiye Medresesi müderrisliğine görevlendirilen Şeyh Ziyaettin Efendi, çok genç olmasına rağmen gerek Erzurum, gerekse civar illerdeki ulema arasında büyük bir üne ulaşmıştır. Mantık ve nahiv ilimlerinde medreselerde okutulan bazı kitapların çetin yerleri üzerine düştüğü şerh ve haşiyeler medreseler arasında elden ele dolaştırılarak okutulmuştur. Halen aynı kitaplar medreselerde beğenilerek okutulmaktadır. Özellikle Molla Camii, Hallülmeakid, Şerhülmüğni ve istiare kitaplarındaki haşiyeleri çok meşhurdur.Bir yandan müderrislik yaparken diğer yandan da babasının yanında irşad dersleri alan Şeyh Ziyaettin Efendi’ye 25 yaşında iken mürşitlik izni verilmiştir. Maddi ve manevi ilimler arasında herkesçe takdir edilen Şeyh Ziyaettin Efendi’nin ne kadar alim olduğu, talebeleri tarafından Şeyh Ahmet Efendi’ye sorulur. Alınan cevap şöyledir : “Ziyaettin ilim adamı olmaktan ziyade hak adamı olmayı tercih etmiştir. Ama ilmi Zimahşeri’den daha az değildir.” (Zimahşeri, ) evet Şeyh Ziyaettin Efendi aynı zamanda hak aşığı ve şairdir. Hakk’a ve mürşide olan aşkını Arapça, Farsça ve Türkçe gazelleri ile terennüm etmiştir. Halen bir çok kişi tarafından söylenmekte olan bu gazellerden bir kaçı yazımızın sonunda zikredilecektir.

BEDİÜZZAMAN’DAN KARDEŞLİK MEKTUBU
Kitapların çetin kısımlarına düştüğü şerhleri gören Bediüzzaman Said Nursi Hz. kendisini çok takdir etmiş ve bir mektup yazarak kendisiyle manevi kardeş olmak istediğini bildirmiştir. Şeyh Ziyaettin Efendi’de kendisiyle manevi kardeş olmaktan şeref duyacağını belirtmiş ve böylece hiç görüşemedikleri halde iki manevi kardeş olarak mektuplaşmışlardır. Bediüzzaman Hz. iki kere Erzurum’a gelerek kardeşini ziyaret etmek istemişse de, birinci gelişinde Şeyh Ziyaettin Efendi Bitlis’te olduğundan, ikinci gelişinde ise vefat etmiş olduğundan görüşmeleri mümkün olmamıştır. Her iki gelişinde de akrabaları ile görüşen Bediüzzaman Said Nursi Hz. manevi kardeşinin vefatından da çok müteessir olmuştur. Bediüzzaman Hz. bu hadiseye tarihçei hayatında da işaret etmektedir.

İSLAMİ HAKİKATLERİ YAYMA MÜCADELESİ
Şeyh Ziyaettin Efendi hayatı yaşadığı müddetçe hep islami hakikatlerin yerleşmesi ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’in örnek hayatını yaşamak ve yaşatmakla meşgul olmuştur. Daima ilim ve tasavvufla iştigal halinde olan Zat, ömrünü irşada adamış ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. İnsanlar arasında saygı ve hürmete mazhar olan Şeyh Ziyaettin Efendi aynı zamanda tevazzu içinde bir hayat geçirmiştir. Öğrenci okuttuğu bir sırada talebeleri bu Zat’ın küçük kardeşinden şikayet ederek, “Hocam kardeşiniz Mehmet Sırrı (Taşkesenli Şeyh Sırrı Efendi) medresede rahatsızlık etmekte, okumamıza mani olmaktadır. Biraz azarlarsanız daha iyi olacaktır.” dediklerinde cevaben, “Ben Mehmet Sırrı’yı azarlama selahiyetinde değilim, zira o hem benim mürşidimin oğlu, hem de benden daha asildir” der. Bu cevap talebelerin şaşkınlığına sebep olur ve “Nasıl olur hocam, aynı batından kardeşsiniz, o sizden nasıl asil olur?” diye tekrar sorarlar. Ancak Şeyh Ziyaettin Efendi’nin verdiği cevap şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıdır. “Evet Mehmet Sırrı benden daha asildir. Çünkü ben annemin rahmine girerken babam yalnız Molla idi. Yani ben Molla Ahmet’in oğluyum, O ise Mürşit ve Molla Ahmet’in oğludur.” Beraber yaşadıkları sürece kendisinden çok küçük olmasına rağmen kardeşine daima hürmet etmiş ve saygıda bulunmuştur.

HAYATA ERKEN VEDA
Şeyh Ziyaettin Efendi de vatanın kurtarılması için mücadele vermiştir. Kasım 1914’deki Osmanlı – Rus Harbinde Sarıkamış Cephesinde, talebeleri başında harbederken hastalanmış ve Erzurum’a dönmüştür. Erzurum’a geldiklerinde kısa bir süre sonra da 19 Aralık 1914’de 36 yaşında iken vefat etmiştir. Taşkesenli Şeyhler arasında en genç yaşta vefat eden zattır. Cenazesi Erzurum Taşkesenli Camii bahçesinde defnedilen Şeyh Ziyaettin Efendi, babası Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin türbesi yanında meftundur. Genç yaşta vefat etmesine rağmen yetiştirdiği çok sayıdaki talebelerden bazıları şunlardır : Tortum Müftüsü Muhammed Sıddık Efendi (Müftü Mehmet Bey), Varto Köşk Köylü Molla Muhammed Efendi, Taşkesenli Molla Alaaddin Efendi, Şam Salihiye Mahallesi’nden Molla Abdulkuddüs Efendi, Dağıstanlı Molla İlyas Efendi, Siirtli İsmail Hakkı Efendi (Erzen) (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 2, Shf.318), Erzurum’un meşhur imamlarından Hafız Ali Efendi, Tortumlu Molla Dursun Efendi ve Eleşkirtli Molla Şakir Efendi.

ŞEYH ZİYAETTİN EFENDİ’NİN GAZELLERİNDEN BAZILARI
- I -
Ey seba tevcihi eyle mahmelin can eline
Bil vekale babına git kıl tevafi zeyline
Bekle, elbette uyanır ğabi nazdan ol peri
Kapanup ayağına verarzuhalin eline
Devri elesten tutuşmuş ateşi aşka gönül
Yane yane kül edüp savurma firkat yeline
Mülki alem intizam etmek dilersen şadi kıl
Gönlümü yoksa olur ğark abu çeşmim seline
Bu kadar nazın geçerse canu dil divaneme
Ne acep geçmez niyazım zülfün bir tek teline
Böyle bilseydim gönül vermezdim ruğsarine
Bu ne dizdir, ermedi aklım anın tadiline
Sanmakim gülşen sarayda şem’e yanar bi ziya
Gerçi tenden can ayırmak pek kolaydır ehline...
- II –
Şuh’uma ben yar olalı başıma geldi neler
Gecem hep ahu figân, gündüzüm dert ile geçer
Hatıra şeklü siması yad olup lerze tutar
Sallunup gaysüleri ucları kalbimi deler
Perçemi bendi bela, zilifleri bir kaydi eza
Kaşları tiği cefa, kirpiği tiri kazel
Kamet’i ayni kiyamet zihini cahi elem
Gamzesi tiği ali gözleri hep fitne şer
Bahri dil cuşe gelup ismişerifin zikrile
Aşık’i bitap kılar sallanışı vakti seher
İçerden derya gibi yaşım akıp gözlerime
Silmedi rekşi hevayi sinemi zerre kadar
Raziyam ben kanımın akmasına yar eliyle
Ömrümün bakisini istemem ta vakti diğer
Hüsnünü görse bedir ruzi sürurda dilberin
Utanır şermu hayadan yüzüne perde çeker
Sohbeti zana feda nükteleri kuti kulup
Saye’i daruleman tabi ziyasında hezer...
- III –
(Bu gazel mürşidi ve babası Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin
bir irşad gezisinden dönüşü münasebetiyle söylenmiştir.)
Merhaba ey bülbüli sehni sefa hoş geldiniz,
Hüdhüdi kafile’i sıtku vefa hoş geldiniz.
İdi ekberdir kudumun kıdemen kurban olayım,
Hac’i ekberdir tavafın merhaba hoş geldiniz.
Gözümün sürmesine haki nialin çekerim,
Dösbina’leyke cüfuni Ahmeda hoş geldiniz.
Sohbeti süphi eleste sen ile hem dem idim,
Handa kaldın sakiyi bezmi lika hoş geldiniz.
Bu letafetli hevade sağeru meyle geliş,
Meclisi üşşake misbahi hüda hoş geldiniz.
Bendi eğyare beni kıldın giriftar neyleyim,
Bu deme şekva yakışmaz siz hele hoş geldiniz.
Ateşi hicrin dile şeydayi ger yakmışsada,
Şimdi oldun yareme ayni şifa, hoş geldiniz.
Ay hayalin sineme ateş füzundur her zaman,
Sinemin teskinine badi seba hoş geldiniz.
Şahide üşşake sensiz bezminuş bidar olur,
Lütfeyle bu bezmi kıldın pür ziya, hoş geldiniz.

TAŞKESENLİ ŞEYH AHMED EFENDİ (1848 - 1909)


Ailesi, 1258 yılında Hülagü’nün Bağdat’ı işgal ederek Abbasi Halifeliğine son verdiğinde Bağdat’tan Şam’a, daha sonra irşad vazifesini yürütmek için çeşitli yerlere göç etmiş ve oralarda ikamet etmiştir. Daha sonra 17. yüzyılda Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Hacılar Köyü’ne yerleşmiştir. İşte gelecekte insanlara hayırlı hizmetler verecek ilim ve maneviyat insanlarının temeli burada atılmıştır. Taşkesenli Şeyhleri’nin ilki Erzurum havalisinde ilim ve irfanı ile tanınan Şeyh Ahmet Efendi, 1848 yılında babası Molla Mahmut Efendi’nin yerleştiği Hacılar Köyü’nde dünyaya geldi. Alim ve fazıl bir aile silsilesinden gelen Şeyh Ahmet Efendi’nin dedesi Molla Abdurrahman ve ulu dedesi Molla Musa, yaşadığı dönemlerde çevresinde çok sevilen ve takdir edilen zatlarmış. Küçük yaşlarda iken ilme yönelen Şeyh Ahmet Efendi, muhtelif medreselerde tahsil görüp mezun olduktan sonra, bulunduğu yerin en büyük alimlerinden olan Molla Ahmet Kuki Hz.’den fıkıh, kelam, hadis, tefsir ve mantık üzerine birinci icazetini almıştır. Kendisi de bir kaç tane mucaz (icazetli) yetiştirdikten sonra Bitlis’ten Bağdat’a kadar herkesin baş eğdiği ve sevip saydığı Şeyh Halit-i Evreki’yi ziyaret ederek yanında bir süre kalmış ve bu süre içerisinde bu zattan fen bilimleri (astronomi, jeoloji, cebir ve hendese) okuyarak ikinci icazetini almıştır.

TALEBELİKTEN İRŞAD HAYATINA


Şeyh Ahmet Efendi, Şeyh Halit-i Evreki Hz.’nin yanında ders alırken ününü çok duyduğu Seyyid Abdulkadiri Geylani Hz.’nin torunu olan Seyyid Sıbğetullahi Arvasi Hz.’ni Bitlis Hizan’da ziyaret ederek, manevi yönden yetişmek üzere bu zat’a teslim olmuştur. Bu zat’tan irşad dersleri alan Şeyh Ahmet Efendi, Seyyid Sıbğetullahi Arvasi Hz.’nin vefatından sonra halifesi olan Şeyh Abdurrahmani Taği’ye teslim olmuştur. İrşadını bu zatın yanında tamamlayarak halife görevini alan Şeyh Ahmet Efendi, mürşidi tarafından irşadda bulunması için 1893 yılında Erzurum’a görevlendirilmiştir. Babası ve dedeleri gibi o da irşad görevi için mekan değiştirme usulüne uymuş ve Erzurum’un Sultanmelik Mahallesi Üç Kümbetler mevkiinde manevi dostları tarafından yaptırılan eve yerleşerek, bu evde talebe yetiştirmeye başlamıştır. Şeyh Ahmet Efendi, yaz aylarında Erzurum’a yaklaşık 45 km. uzaklıkta olan Taşkesen Köyü’nde ikamet edip talebelerini burada okutmaya devam etmiştir. Amcası oğlu ve halifesi olan Şeyh İbrahim Efendi’yi Taşkesen’de ikamet ettirmiş ve böylece Erzurumlular tarafından Taşkesenli şöhretiyle meşhur olarak Taşkesen’den yükselecek olan altın silsilenin temellerini atmıştır. Erzurum’da yürüttüğü irşad faaliyetleri sonucunda 78 mezun hoca ve 4 büyük halife yetiştiren Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi hayatı boyunca kendisini sofuluğa vermiş ve halk tarafından bu yönü ile tanınmıştır. Şöhretin her türlüsünden hayatının her döneminde şiddetle kaçınan bu büyük Zat, Erzurum ve çevresinde maddi ve manevi ilimleri ile insanlara üstün hizmetler vermiştir.

SULTAN ABDÜLHAMİT'LE MANEVİ KARDEŞLİK

Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin Sultan Abdülhamit'le hiç görüşmedikleri halde Abdülhamit Han tarafından tanındığı şu hadiseden anlaşılmaktadır. Erzurum’un Pasinler ilçesi Tuylar Köyü’nden bir zat, Sultan Abdülhamit Han’ın ikamet ettiği Yıldız Sarayı’nda diğer bir arkadaşıyla nöbet tutarken, Abdülhamit Han bir ara balkona çıkar ve bunları yanına çağırır. Balkonun yanına gittiklerinde Sultan diğer nöbetçiyi hiç konuşturmadan bir miktar para atar ve hamama gitmesini söyler. (Bilahare anlaşılır ki bu asker gusül etme imkanı bulamadan nöbete gelmiştir.) Erzurumluya dönerek “Siz tarikat ehlisiniz, mürşidiniz kimdir ?” diye sorar. Erzurumlu “Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi” diye cevap verince, Abdülhamit Han, “Evet O zatla tanışıyoruz” der ve içeri girer. Biraz sonra elinde bir Kur’an-ı Kerim’le gelerek Erzurumluya “Ben bu Kur’an-ı Kerim’i sana hediye ediyorum. Sende götürür şeyhin olan kardeşime verirsen memnun olurum.” Der. Erzurumlu bir müddet sonra memleketine döndüğünde şeyhinin huzuruna varır; Şeyh Ahmet Efendi onu görünce, “Emaneti getirdin mi ?” diye sorar. Erzurumlu da hediye edilen Kur’an-ı Kerim’i Şeyh Ahmet Efendi’ye teslim eder. Günümüze kadar büyük bir titizlikle koruna bu Kur’an-ı Kerim, hala aile kütüphanesinde muhafaza edilmektedir. Hatta Şeyh Ahmet Efendi vefatından birkaç dakika önce gözlerini açarak “Yazık oldu Sultan Abdülhamit’e, yazık oldu” demiştir. Daha sonra 31 Mart vakası neticesinde de Sultan Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesi vuku bulmuştur.

...VE BÜYÜK AYRILIK
Erzurum’da çok sayıda talebe yetiştiren Şeyh Ahmet Efendi 61 yaşında iken 24 Mart 1909 yılında Erzurum’da vefat etmiştir. Halen Erzurum Merkezde bulunan Taşkesenli Camii bahçesinde bulunan türbesi kalabalık halk kitleleri tarafından ziyaret edilmektedir. Nakşibendi şeyhi olan Şeyh Ahmet Efendi’nin yetiştirdiği halife ve mezun hocalardan bazıları şunlardır : Şeyh Ziyaettin Efendi, Şeyh İbrahim Efendi, Erzurum Serçeme Köyü’nden Tabur İmamı Muhammed Nuri Efendi, Diyarbakır Liceli Molla Ömer Efendi ve Kağızmanlı Molla Hasan Efendi.

TAŞKESENDEN YÜKSELEN ALTIN SİLSİLE

Osmanlı döneminin en önemli geleneklerinden birisi medrese – şeyh - talebe ilişkisidir. Büyük insanlar daima tekke ve zaviyelerde Allah ve Resulü yolunda tasavvufi bir çizgide insanlar yetiştirme mücadelesi vermişlerdir. Bu usül asırlarca devam etmiş ve günümüze kadar intikal etmiştir. Dini ilimlerin en ince ayrıntılarına kadar tedris edildiği medrese geleneğine Taşkesenli Şeyhleri de uyarak bu doğrultuda yaşamaya gayret göstermişlerdir. Bu zatlar, Osmanlı medrese yöntemini en zor anlarda bile uygulayarak, etraflarındaki halkı tenvir etmeyi gaye edinmişlerdir. İrşad mücadelelerini, çevresinde bulunan insanlara hem dini ilimleri hem de ahlaki esasları öğretme esası üzerine kuran yedi Nakşibendi Taşkesen Şeyhi’ni günümüz insanına tanıtmak istedik. Çünkü onlar Kur’an düsturlarına ittiba ederek yaşamış ve dinin Yüce Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’in vaaz ettiği prensipler etrafında hayatlarını tanzim etme şerefine ulaşmışlardır. Büyük zatlarda bu şeyhlerle manevi kardeşlik ilan etmiş, bazı zatlar da kitaplarında ve konuşmalarında Taşkesenli Şeyhleri’nden büyük hak dostları diye bahsetmişlerdir. Akrabalık dereceleri birbirine çok yakın olmasına rağmen bu zatlar, söz konusu yakınlıktan daha ziyade manevi irtibatı ön plana almış ve birbirinin mürşidi, hocası ve talebesi halinde bir hayatı şekillendirmişlerdir. İşte çok zor dönemlerde yaşayarak, insanlara Kur’an ve hadis öğretmiş, onların dini hayat içinde yaşamalarına vesile olmuş bu büyük zatların hayatları..!

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Olaylara objektif bakmak

Başörtülülerin yaşadığı ve aşağılanıp hor görüldüğü, haklarının elinden alındığı bir hayat var ve siz bu hayata duyarlı ve objektif bakabiliyor musunuz?

Müslüman kimliğini ön plana çıkaranlara duyarlı ve objektif yaklaşabiliyor musunuz?

Toplumun belli bir kesimine (%47 lik kesimine) belli bir azınlık tarafından durmadan hakaret yağdırılıyor.. Bu hakaretler yağmur gibi yağarken hakaretlere maruz kalan ve sesini çıkarmayan bu kesimin hayatına duyarlı ve objektif bakabiliyor musunuz?

Bir parti düşünün ki, %47 oy alıyor ve bazı densizler haddini bilmezler çıkıp diyor ki bu partiye oy verenler pijamasını giyip göbeğini kaşıyanlardır. Siz bu tür çirkin yakıştırmalara maruz kalanlara duyarlı ve objektif bakabiliyor musunuz?

Müslüman kimliğini ön plana çıkaranların ve başörtülü olanların PKK dan daha büyük bir tehlike olarak görüldüğü bu hayata duyarlı ve objektif bakabiliyor musunuz? Peki bunları saygı ve şükranla ananlara ne kadar duyarlı ve objektifsiniz?

Üniversitelerde açık açık siyaset yapanları, pankart açanları, PKK ve diğer örgütlerin propagandasını yapanları görmezden gelip uydurma yorumlarla başörtülüleri, en temel haklarından mahrum etmek isteyenlere karşı ne kadar duyarlı ve objektifsiniz?

Başını örten ve dinini yaşamak isteyen insanlara örümcek kafalı diyecek kadar alçalanlara karşı ne kadar duyarlı ve objektifsiniz?

Başımdaki örtüyü gamalı haça benzetecek kadar, sıkmabaş diyecek kadar küçülen, adileşen bu insanlara nasıl bakıyorsunuz?
Sizce içindeki kinini dışarıya bu kadar adice dışa vuran insanlar hayata ne kadar duyarlı ve objektif?

İkiyüzlülüğü, din sömürüsünü, yalan dolanı kendine meslek edinmiş insanlara nasıl bakıyorsunuz?

Baskı yapan sizler, baskı altında olan bizleriz. Kendinizi baskı altında olan bizlerin yerine koyarak bunlara objektif cevap verebiliyorsanız siz iyi bir fotoğrafçısınız. Yoksa siz de diğerleri gibi kendinizi kandırıyorsunuz demektir...